Fâkih diyor ki: Vaizin, davetçinin ilk ihtiyaç duyacağı şey aşağıda sayacağımız hususlardır:
Salih, dürüst ve iyi biri olmalıdır:
Eğer böyle biri değilse, akıl sahipleri etrafından kaçarlar. Beyinsizler de peşinden giderler. İşte bu dünya bu sebepten dolayı bozulur.
Söylediklerinin halk üzerinde de bir etkisi görülmez.
İleri derecede takva sahibi olmalıdır:
Kendisince doğru görmediği bir ifadeyi ve hadisi, konuşmayı halka yapmamalı, söylememelidir. Çünkü Hz Ali’nin rivayetinde, Resûlullah ﷺ buyurmuşlardır:
Kim bir hadis rivayet eder de, hadisin yalan/uydurma olduğunu görür/bilirse, o da yalancılarda biridir. “
( Ahmed bz. Hanbel, Müsned 4/252, 255 )
Sohbette bulunurken, fazlaca uzatarak, halkı bıktırmamalı, bıkkınlık meydana getirmemelidir:
Çünkü böyle bir durumda verdiği ilmin/bilginin değeri kalmaz, yok olur gider.
Abdullah b. Mesud’dan rivayete göre, demiş ki: ” Doğrusu kalplerinde kendilerine göre neşeli olduğu ve bir şeye yöneldiği,
anları vardır, Aynı şekilde gönüllerin bir takım geri durma ve bıkkınlık gösterme halleri de vardır. Dolayısıyla halk ile konuşurken, sana yönelip de, seni dinleyebilecekleri şekilde onlarla konuş. “
Zuhrî’den yapılan rivayete göre, Resûlullah ﷺ buyurmuşlardır: ” Gönülleri zaman zaman dinlendirin. “
Zeyd b. Eslem’in, babasından rivayete göre, demiş ki: ” İsrailoğulları arasında bir kadı/hakim varmış onlarla görüşüp konuşurken,
oldukça uzatırmış, böylece onları usandırmış. Bunun üzerine halka bıkkınlık veren bu konuşmacı hakim, onlara lanet okur,
onlar da aynı şekilde ona lanette bulunurlar. “
Mütevazi/alçakgönüllü, yumuşak huylu olmalıdır:
Büyüklenen, kibirli biri olmamalı, katı yürekli, kaba saba biri konumunda bulunmamalıdır. Çünkü alçakgönüllülük ve yumuşak olmak,
Resûlullah’ın ﷺ ahlâkındandır. Yüce Allah ﷻ şöyle buyurmuştur:
Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. ( Al-i İmran, 159 )
Eğer halka, Müslümanlara namazın, orucun ve sadaka vermenin faziletlerinden söz etmek istiyorsa, bu durumda, öncelikle,
kendisi bunları yapan biri olmalıdır.
Yoksa şu ayetin kapsamında yer alanlardan olmamalıdır: Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz? ( Bakara, 44 )
İbrahim Nehai der ki: ” Kur’an’daki üç ayet sebebiyle, kıssacılığı/öğüt vermeyi hoş görmem:
…..kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz? ( Bakara, 44 )
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? ( Saff, 2 )
…..Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum…..( Hud, 88 )
Davetçinin ya da vaizin, tefsirini ve hadislerle haberlerin yorumlarını bilen ve ayrıca müctehid imamların fıkıhla ilgili,
görüşlerini de bilen biri olmalıdır:
Hz Ali’den – Allah ondan razı olsun – yapılan rivayete göre, adamın birisinin halka bir şeyler anlatıp durduğunu, kıssacılık yaptığını görür.
Bunun üzerine bu adama şöyle sorar: ” Sen nasih ve mensuh ilmini biliyor musun? “ Yani Kur’an ve hadislerle ilgili hükümleri,
Yürürlükte olanlarla, hükümleri yürürlükten kaldıranların bilgisine sahip misin? Hz Ali’nin bu sorusu üzerine adam: ” Hayır “ dedi.
Bunun üzerine Hz Ali ” Öyleyse hem kendin helak oldun hem de başkasını helake götürdün. “ diye cevap verir.
Konuşurken hep bir kişinin yüzüne bakıp durmamalı veya hep bir tarafa bakıp bakışlarını bir grup üzerinde yoğunlaştırıp durmamalıdır:
Davetçi ya da vaiz olan kimse, orada bulunanların hepsini etki altında tutabilecek şekilde hareket etmesini bilmelidir.
Nitekim Habib bin Ebu Sabit’in şöyle dediği rivayet edilir:
” Sünnet gereği konuşmacı, hep bir kimseye bakıp durmamalıdır. Aksine hepsini etkisi altına alabilecek bir şekilde hareket etmelidir. “
Tamakâr olmamalıdır:
Çünkü tamakârlık, insanı küçük düşürür, insanın yüzündeki yüz akını yok eder, insanı alçaltır; utanma duygusunu köreltir,
ilmin kıymetini düşürür. Ancak, âlim ya da vaiz olan kişiye, o istemeden bir hediye sunsalar, bu durumda verilen hediyeyi kabul etmesinde bir sakınca yoktur.
Vaizin ya da davetçinin meclisinde korku ile umut bir arada varlığını hissettirmelidir:
Hep korkutmayı içeren konuşmalar yapmaktan kaçınmalı veya bütün konuşmalarını umut üzerinde de odaklanıp durmamalıdır.
Çünkü, böyle tek taraflı konular üzerinde durmaktan men edilmiştir.
Şayet hatip ya da davetçi, sohbetçi konumunda ki kişi, herhangi bir toplantı esnasında konuşmasını uzatacaksa ya da konuşma uzayacak gibiyse, bu durumda arada halkı neşelendirecek, uyanıklığını sağlayacak güldürücü ve düşündürücü espriler yapması yerinde bir hareket olur. Çünkü böyle yapması halinde dinleyicilerin daha dikkatlice konuşulanları izlemeleri sağlanmış olur.
Hz Ömer – Allah ondan razı olsun – hakkında şöyle anlatılır: Kendisi herhangi bir mecliste konuşunca, halkı Ahirete özendirici,
Ahireti arzulayıcı konuşmalar yapar. Onları dünyadan uzaklaştıran, dünyaya saplanıp kalmaktan kurtarıcı ifadelerde bulunurdu.
Fakat toplantıdakilerden tembellik gösterdiklerini, uyuştuklarını görünce, hemen sözü değiştirir, dünyaya yönelir, ekinlerden,
yapı ve binalardan, duvar ustalıklardan söz eder, böylece uyanmalarını ve dikkatlerini toplamalarını sağlar. Onların yeniden,
dikkat kesildiklerini görünce, hemen Ahiret hayatıyla ilgili konuya tekrar dönerdi.