Resûlüllah’ın sünneti vahiy midir?

Şüphesiz k; Resûlullah’ın ﷺ konuştuğu vahiyden başka bir şey değildir. O’nun hadislerini güvenilir bulmayıp,
Kuşkuyla yaklaşmak, bu inkâr dalgasını başlatan batılı oryantalist ve onların yerli uzmanları olan modernist,
Zihinlerin işidir.

Özellikle sünnet etrafında şüpheler oluşturmaya çalışan batılı müsteşriklerin ve onların İslâm ülkelerindeki,
uzantıları olan yoldaşları Kur’an’dan başka vahyin olmadığı, sünnetin vahye dayanmadığı fikrini savunmaktadırlar.
Halbuki Kur’an-ı Kerim de, sünnetinde vahiy olduğu hakkında delil olabilecek bir çok ayet vardır. Biz bu ayetlerin, beş tanesini açıklayınca konu yeterince açıklık kazanacaktır.

Cuma namazının farz kılınması:

Cuma namazının tarihçesi hicret öncesine uzanır. Peygamberliğin 11. Yılı Hac mevsiminde gerçekleşen ilk Akabe görüşmesi, sonucunda, Yesribli ( Medineli ) altı kişinin Müslüman olmasını takiben bu şehirde İslâmiyet yayılmaya başlamıştır. Hatta ertesi yıl yapılan birinci Akabe biatı’nın ardından Resûlullah ﷺ Medinelilere İslâm dini hakkında bilgi vermesi ve Kur’an öğretmesi için Mus’ab ibn umeyr’i görevli olarak göndermişti. İşte kaynaklarda anılan bu ilk görüşmede, Resûlullah’a ﷺ ilk olumlu cevabı veren, ve Peygamberliğin 13 yılında yapılan ikinci Akabe biatı’nda, kendi aile çevrelerindeki İslâmi gelişmeleri takiple görevli on iki kabile sorumlusuna başkan seçilen Es’ad ibn Zürâre’nin, Medine yakınlarında, Cuma namazı kıldırdığını kaydetmektedir. Bazı rivayetlerde, Mus’ab ibn Umeyr’in de bu dönemde Medine’de cuma namazı kıldırdığı belirtilir.
Resûlullah’ın ﷺ bizzat kıldırdığı Cuma namazı ise Mekke’den Medine’ye hicret sırasında olmuştur. Müşrikler Allah’ın indirdiği dinle dalga geçip, Resûlullah’a ﷺ ve ashabına eziyet etmeye başladıklarında, Mekke döneminde on yıl geçmişti. Müslümanlar için hicret etme meselesi gündeme geldi. İslâm tedricen inmeye devam etmekteyken,
Resûlullah ﷺ ve ashabı Mekke’den Medine’ye hicret etmişlerdir. Miladi 622 yılında gerçekleşen hicret sırasında Resûlullah ﷺ Mekke’den Medine’ye giderken Rânûnâ vadisinde Kuba köyünde mola vermiştir. Günler süren molanın ardından cuma günü gelince, Cuma namazı kılmak için, mescid inşa ettirmiştir. Burada dikkat çekmek istediğimiz mesele şudur; Henüz Cuma namazının kılınması hakkında ayet olmamasına rağmen,
Resûlullah ﷺ
ve ashabı cuma namazı kılmıştır. Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. ( Cuma, 9 )
Cumhur ulemanın görüşüne göre Cuma süresi, Medine de ve hicret’ten sonraki yıllarda nazil olmuştur.
Bu ayet inmezden önce hangi ayete göre Resûlullah ﷺ cuma namazı kıldırdı diye sorulduğunda,
onun sünnetinde vahyedildiği ve onun her adımını bizzat Rabbimizin, emriyle attığı gerçeği ortaya çıkacaktır.

Ezanın nasıl okunacağı hakkında Kur'an da ayet bulunmamasına rağmen okunan ezanın ayet ile teyit edilmesi:  

Ebu Umeyr İbn Enes, Ensar’dan olan bir amcasından naklen anlatıyor: ” Resûlullah ﷺ halkı namaza nasıl toplayacağı meselesine eğildi. Kendisine: “Namaz vakti olunca bir bayrak dik, onu görünce halk birbirine haber verir” dendi. Bu, Resûlullah ﷺ hoşuna gitmedi. Bunun üzerine O’na, boynuz hatırlatıldı. Bu, yahudilerin borazanı idi. Onu bu da memnun etmedi ve hatta: “Bu yahudi işidir!” dedi. Bunun üzerine büyük çan hatırlatıldı. Resûlullah ﷺ “Bu hristiyanların işidir” dedi. Bu (konuşmalar)dan sonra Abdullah İbnu Zeyd el-Ensari, Resûlullah’ın ﷺ üzüntüsüne üzülerek ayrıldı. Bunun üzerine rüyasında ezan öğretildi.” Siz namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır. ( Maide, 58 ) Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. ( Cuma, 9 ) Kur’an da namaz için nasıl ezan okunması gerektiği hakkında bir ayet yok. Rivayette geçtiği üzere, ezanın okunma şekli Resûlullah ﷺ ve ashabı tarafından belirlenmiş ve ayette teyit edilmiştir. Kur’an da emredilmeden yani hakkında bir ayet olmamasına rağmen uygulanmış ve daha sonra yukarıdaki ayetler ile onaylanmıştır. Resûlullah ﷺ hevâsından bir şey konuşmayacağına ve kendiliğinden bir hüküm koymayacağına göre, ezan da ilahi bir emir ile ortaya çıkmıştır. Yani ayetler inmezden önce, sadık bir rüya ile Allah ( cellecelalühü ) onlara, Ezan ile namaza çağırmalarını öğretmiştir.

Hurma ağaçlarının Allah'ın izniyle kesilmesi: 

(Savaş gereği,) hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut (kesmeyip) kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah’ın izniyledir. Bu da fasıkları rezil etmesi içindir. ( Haşr, 5 ) Bu ayet Benî Nadîr’in yerleşim bölgesi etrafındaki askeri bir harekatı engelleyen bazı hurma ağaçlarının kesilmesine ve yakılmasına işaret etmektedir. Askeri harekata mani olmayan ağaçlara ise dokunulmamıştır. Medine’deki münafıkları, Benî kurayza ve Benî Nadîr’in ” Muhammed arzı ifsat etmeyi yasaklıyor ama kendisi bu ağaçları kesmekle asıl arzda fesat çıkıyor. ” Demeleri üzerine bu ayet nazil olmuştur. Bu ayet hurma ağaçlarının kesilmesinden sonra inmiştir. Nadîr oğullarının kalelerinin çevresindeki hurma ağaçlarını, düşmanı teslim olmaya zorlamak amacıyla kesilmişti. Savaş sona erince bir kısım Yahudiler, ağaçların kesilmesine itiraz ettiler;. Kur’an-ı Kerim onların itirazlarına yukarıdaki ayet ile cevap verdi. Yani bu ayet hurma ağaçlarının kesilmesinden sonra inmesine rağmen, Rabbimiz yaptıkları amelin Allah’ın izniyle olduğunu bildirmektedir. Oysa bu hususta inen bir ayet bulunmamaktadır. Dolayısıyla Resûlullah’a ﷺ ayet dışında da emirlerin geldiği bu ayetten, Açıkça anlaşılmaktadır.

Resûlullah'ın, hanımıyla arasındaki sırrın ifşa edildiğini bildirmesi: 

Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu peygambere bildirince, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber, bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi” dedi. ( Tahrim, 3 ) Bir defasında Resûlullah ﷺ eşlerinden Hafsâ’ya ( radıyallahu anhuma ) bir sır söyledi. O ise sırrı Aişe’ye ( radıyallahu anhuma )ifşa etti. Resûlullah ﷺ bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi. Eşi, Resûlullah’a ﷺ bunu kimin söylediğini sordu. Resûlullah ﷺ bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi. Bu ayet Allah’ın bu bilgiyi Resûlullah’a ﷺ bildirdiğini ifade etmektedir. Oysa Kur’an da bu bilgiyi açıklayan hiçbir ayet yoktur, O halde bu bilgi, Resûlullah’a ﷺ , tabi ki ğayri metluv vahiy olan sünnet yoluyla verilmiştir.

Kıble yönünün Mescid-i Aksa tarafına doğru olması: 

İlk dönemlerde Müslümanlar, Medine de namazlarını, Allah’ın emriyle, ” Peygamber makamı “ olan KUDÜS’E, yani Beytü’l-Makdis’e doğru kılıyorlardı. Fakat Resûlullah ﷺ öteden beri tevhid akidesinin müstesna bir abidesi olan, yeryüzünün ilk mabedi ve İbrahim’in ilk kıblesi Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmayı kalben arzu ve temenni ediyordu.
Yahudiler de ” Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bilmiyorlardı. “ diyerek alay ediyordu. Bu sebeple Resûlullah ﷺ kıblenin değişmesi için vahyin gelmesini bekliyor, Cibri’i ( aleyhisselam ) gözetliyor ve Kâbe’yi temenni ederek dua ediyordu. Nitekim bir gün, gen Cibril’e ( aleyhisselam ) bu arzusunu izhar etti. ” Rabbim, yüzümü Yahudilerin kıblesinden Kâbe’ye çevirmesini arzu ediyorum. ” Cibril ( aleyhisselam ) ” Ben bir kulum! Sen, Rabbine niyazda bulun. Bunu O’ndan iste! “ Dedi.

(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir. ( Bakara, 144 )

Kur’an da Resûlullah’a ﷺ namaz kılacağı zaman Beytü’l-Makdis’e yönelmesini emreden bir ayet yoktur. Buna rağmen Resûlullah ﷺ, Mescid-i Haram tarafına doğru yönelmeyi arzu ettiği halde, yıllarca namazlarını Kudüs’e doğru yönelerek kılmıştır. Bu durumda ayet dışında bir emirle Resûlullah’ın ﷺ Beytü’l Makdis’e, doğru namaz kıldığı anlaşılmaktadır. Yani kendisine Kudüs’e doğru namaz kılması, Ğayri Metluv vahiyle emredilmiştir.
Bu ğayri metluv vahiyle gelen emirlerin olduğu hakkında Kur’an ve sünnetten açık deliller bulunmaktadır.

(Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür. ( Nisa, 113 )

Ebu Rafi Resûlullah’ın ﷺ azatlı kölesi olup, İsmi Eslem’dir. Resûlullah’ın ﷺ, Şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; ” Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz, veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde ‘ Biz bunu biliyoruz, Biz Allah’ın kitabında ne buldursak ona tabi oluruz’ diyen biri olarak görmeyeyim. ( Ebu Davud, Sünnet 6 Hadis no: 4605 ; Tirmizî, İlim bab 10 hadis no: 2663 )

Sosyal Ağda Paylaş

Bir yanıt yazın