1-) İlâhi Kitapların Şehadeti:
Tevrat ve İncil’de Peygamber Efendimizin ﷺ Nübüvvetine dalalet eden pek çok ayet bulunduğundan; Ehl-i kitap, Peygamberimizin ﷺ zuhurunu bekliyordu.
“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir….” (Araf, 157)
Fakat onlar, Tevrat ve İncil’de bu konuda var olan ayetleri, çıkarmak ve tahrif etmek suretiyle Muhammed’i ﷺ inkâr ettiler.
Peygamber efendimizin ﷺ mucizelerini görünce onun ahir zaman peygamberi olduğunu çoğu anladı, ancak kabul etmedi.
Semavî kitapların inzalinden sonra uzun zaman geçince, onlar tahrif edilmiş, bilhassa son peygamberin geleceğini müjdeleyen ayetler ya değiştirilmiş ya da tamamen kitaplardan çıkarılmıştır. Bununla beraber Peygamber Efendimizin ﷺ gönderileceğine delalet eden bazı ayetler hala mevcuttur.
Çünkü ahirzaman peygamberinin geleceğine açıkça dalalet eden ayetler çıkarırsa da bazı ayetlerde onun geleceğine dair işaretler bulmak mümkündür. Nitekim Tevrat’ta yer alan şu ibareler buna misal verilmiştir.
“Cenab-ı Hak, Tur-i Sina’dan geldi. Sair denilen mahalden nuru yayıldı. Fârân dağlarından zahir oldu.” Bu ifadelerde
Allah-u Teâlâ’nın, Sina’dan gelmesinden maksat, Hz Musa’ya, Tevrat’ın verilmesi, Sair’den nurunun yayılmasından maksat ise
Hz İsa’ya, İncil’in nazil olmasıdır. Çünkü İncil, Hz İsa’ya, Şair nahiyesi yakınında bulunan “Nasıra” isimli mahalde gelmiştir. Fârân dağlarından zahir olması da, Hâtemü’l-Enbiya hazretlerine, Kur’an’ın inzal edilmesidir.
Zira, Fârân, Mekke’nin eski isimlerinden biridir.
İncil’de geçen “Faraklit” kelimesi ise, Yunancada “Periklotos” manasına gelmekte olup bu da Arapçada “Ahmet” demektir.
Kur’an-ı Kerim’de bu isim kullanılarak şöyle buyurulur.
“Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.” (Saff, 6)
2-) Tarihin Şehadeti:
Resúlullah’ın ﷺ nübüvveti tarihi bir hakikat olup o, Nübüvvet ve Risâletini bütün âleme ilan eden ve mahlûkatın tamamına gönderilen bir peygamber olarak, davasını akli ve hissi bir çok mucizelerle desteklemiştir. Bütün bunların hepsi bize tevåtür yoluyla geldiği için şüpheye ve tereddüde mahal yoktur. Peygamber Efendimiz ﷺ dünyaya geldiği zaman, Arap yarımadasının ve dünyanın ne derece bir cehalet ve sefaletin içinde bulunduğu az çok herkesin malumudur. Arabistan’da insanlar içtimai ve medeni idareden mahrum, dağınık bir halde yaşıyorlar, günlerinin çoğunu kavga ve savaşla geçirip birbirlerinin mallarını yağmalıyorlardı. Arapların etrafındaki devletlerle
münasebetleri yok denecek kadar az, çöl ortasında bedevi bir hayat sürüyorlardı. Bu insanların bazısı muharref dinlerden birisine tabi bulunuyor, bazısı ise yıldızlara tapıyordu. Hatta bazları, kendi elleriyle helva veya hamura benzer şeylerden yaptıkları putları, acıktıkları
zaman yiyecek derecede bir cehaletin içerisinde yaşıyordu. Bütün bunların yanında, içki, kumar ve fuhuş gibi toplum hayatını
sürdürülemez hale getiren kötülükler alabildiğine yaygın halde
bulunuyordu.
Kısa bir zaman zarfında harikulade bir inkılåp meydana getirerek, Arap yarım adasındaki batıl inançları kaldırıp, hakkı yerleştirdi. İnsanlar arasında yıllardır süren ihtilafları, düşmanlıkları düzeltip, Arap kabileleri arasında; samimiyet, sevgi ve kardeşlik
duygularını tesis etti. O zamana kadar medeni bir hayattan mahrum olan insanlar, çok kısa bir sürede dünyanın en medeni ve en
faziletli bir toplumu oldu.
Peygamberimizin ﷺ böyle bir muhitte bu kadar zor şartlar altında, bu kadar az bir müddet içinde, bu derece mesut, harikulade, bir inkılâbı müşriklerin bütün güçleriyle karşı koymalarına rağmen meydana getirmiş olması kendisinin Nübüvvet ve Risáletini ispat etmek için en büyük mucizedir. Nitekim günümüzde Batılı bazı fikir adamlarının Islâm’ı kabul etmelerinin altInda bu mucize gerçeğinin mühim bir tesiri bulunmaktadır. Bununla beraber Peygamber Efendimizin ﷺ Nübüvvetini kabul etmeyenler devamlı ola gelmiştir. Asr-1 saâdet’te Fahr-i Kâinat’ın en bủyük mucizelerini gördükleri halde iman etmeyen birçok insan vardı. Bu konuda verilen delillerin herkes tarafından kabulünü ve neticede de iman etmelerini beklemek gerçekçi olmaz.