İlim Ve Marifet geçidi:
İlim ve mârifet geçidi: Kulun kalbine, başlangıçta, her şeyin kendisi için olduğu ve Cenâb-ı Allah’ın değişik nimetlerle kendisini nimetlendirdiği fikri doğduğu zaman şöyle der:
Cenâb-ı Allah, şükür ve hizmetle beni istiyor. Eğer ben gâfil olursam, Allah benden nimetini alır ve bana felâket, bela, musibet ve azabını tattırır. Allah, bana mucizeler ile peygamber gönderdi. Peygamber ﷺ bana, âlim, bir Rabbimin olduğunu ve itaatiyle sevaplandırmaya ve mâsıyetiyle insanları cezalandırmaya kâdir olduğunu bana haber verdi. Bir çok şeyleri emretti ve yasakladı. Bunları düşünen kişi nefsinden korkar. Bu çekişmede; Sanattan, sanatkârın varlığını ispat eden delilden başka hiçbir kurtuluş yolunu bulamaz. Cenâb-ı Allah’ın yarattıklarında var olan delilden Allah’ın varlığını ve birliğini yakînen kabul eder.
( Sanattan, sanatkârın varlığını ve büyüklüğünü bütün benliğiyle öğrenir ve kabul eder. )
O zaman, bu zikredilenlerle mevsuf olan Rabbinin varlığıyla kendisine yakîn gelir. İşte bu ” İlim ve Mârifet geçitidir. “ Tarikatın başında bu yollar karşısına çıkar. Yolun başında bu geçitleri geçmeyi ve buralarda bulunan engelleri kesmeyi, hiret âlimlerinden sorarak ve öğrenerek, büyük bir basiretle geçmeye çalışmalıdır. Kişi ( Tek başına ) hizmetine koyulmakla kendisine mârifetin gönderilmesiyle Rabbinin varlığına yakîni iman hasıl olduğu zaman Ona nasıl ibadet edeceğini bilemez. Zahiri ve batini olarak
şer’-i şerifin farzlarından kendisine neyin gerekli olduğunu ilim yoluyla öğrenir.
Tövbe geçidi:
Farzlar hakkındaki ilim ve mârifeti tekâmül ettiğinde, ibadetleri edâ etmeye koyulur. Ve ( Bir dönüp kendisini muhasebe eder. )
bakar ki ( ihlastan mahrum olduğunu görür. ) Bir çok insanların hali budur. Ve şöyle der: “ Ben ( İhlaslı bir ) ibadete nasıl döneceğim. Ve ben günahlarda ısrar etmekle kirlendim. Benim günah pisliklerinden kurtulmam ve inceliklerinden ihlas elde etmem için tevbe etmek bana vacib olur” Der. Kendisini hizmet için islâh eder. Ve buradan ” Tevbe geçidine ) yönelir. Hukuk ve şartlarına riayet edilerek, sadık bir tevbe’ye sarılır.
Tuzaklar ve engeller geçidi:
İbadet ve tarikat ehli, olan tevbekâr, seyr-ü sülûk’a bakar. Gözünün nuru olan ibadetlerden kendisini alıkoyan ve meşgul eden engeller bulur. Düşünür. Onlar dört şeydir.
- Dünya.
- Mahlûkat.
- Şeytan.
- Nefis.
Sâlik bu engelleyici geçitlere yönelir. Bunları kesmede dört şeye ihtiyaç duyar.
- Dünyadan tecrid.
- İnsanlardan uzaklaşmak.
- Şeytanla mücadele.
- Nefsi kahretme.
Dünyadan kurtulmanın yolu onu gönlünden çıkartmakla.
Mahlûkattan kurtulmanın yolu onların kötülüklerine ortak olmamak ve şerlileri sevmemek ve havlet ( Yalnızlık ) ile.
Şeytandan kurtulmanın yolu onun ile mücadele ( Savaşmakla ).
Nefs-i Emmâre şerrinden kurtulmanın yolu sürekli, onunla mücadele etmekle mümkün olur.
Bu engellerin en şiddetlisi Nefs-i Emmâredir. Ondan tamamen sıyrılmak mümkün değildir. O, şeytan gibi bir defa da mağlup olmaz.
Çünkü nefis hayat için alet ve binektir. Kişinin ibadete yönelmesinde nefsin muvafık görmesi de umulmaz. Çünkü nefis hayrın zıddına çeker, hevâ gibi ona tâbi olarak. Çünkü nefis kötülüğün cinsidir. Nefsin boyun eğmesi için, onu ” Takva gemi ” ile gemlemeye ihtiyaç vardır. Onu rüşd olan güzel yollarda kullanmak ve fesatlıklardan men etmek lazımdır.
İbadetten alıkoyan:
Nefisle mücadele etmekten kesilen, yani nefisle mücadeleyi başaran kişi, ibadetlere yönelmek ister. Fakat bu kişi, ibadetlere yönelmekten kendisini meşgul eden bazı hadiselerin kendisine ârız olduğunu görür, bakar, inceler. Kendisini Dört şeyin ibadetten alıkoyduğunu görür.
- Rızık kaygısı.
- Çeşitli dünya düşüncesi.
- Musibetler.
- Allah’ın kendisine takdir ettiği kazâ.
Birincisi: Nefsin öne sürdüğü, rızık bahanesidir. Hayat için elbette gerekli olan rızıkla nefis, insanı ibadetten alıkoymaya çalışır. İkincisi: Akla gelen çeşitli düşüncelerdir. Korktuğu ve ümit ettiği, arzuladığı veya ikrah ettiği düşünceler. Bu düşüncelerde iyi veya kötüyü bulacağı endişesi kendisini ibadetten alıkoyar.
Üçüncüsü: Şiddetler ve her taraftan üzerine yağan musibetlerdir. Özellikle, kötü insanlardan ilgisini kestiği, şeytanla savaştığı ve nefse zarar verdiği dönemlerde, kişiye ızdırap veren musibetlerdir.
Dördüncüsü: Çeşit Çeşit kazâlardır. Burada insana ârız olan dört geçidi aşması, kendisini ibadetten alıkoymak için üzerine hücum eden bu büyük düşmanları, dört şeyle yenebilir:
- Tevekkül.
- İşi Allah’a havale etmek.
- Sabır.
- Rıza.
Birincisi: Rızık konusunda Allah’a tevekkül.
İkincisi: Tedbirini aldıktan sonra işi Allah’a havale etmek.
Üçüncüsü: Şiddet ve musibetleri, sabırla karşılamak.
Dördüncüsü: Kazâ ve kaderi, rıza ile karşılamak.
İnsan bu dört düşmanı kestiği ve bunlardan kurtulduğu zaman, bakar; Nefis hamiyetsiz ve tembellik ediyor. Hakkıyla hayrı işlemediği ve gerektiği gibi hareket etmediği ve çalışmadığını görür. Nefsin gaflete meylettiğini, zaaf gösterdiğini, boşta gezmeyi arzuladığını, fuzuli işlere yöneldiğini ve hatta israf ettiğini, zulüm işlediğini görür.
İbadette teşvik:
Bu durumda kişi, kendisini taata sevk edecek bir sâike ( mürşid-i Kâmile ) ve onu günah işlemekten menedecek bir men ediciye muhtaçtır. Bunlar ( Yani kişiyi hayra teşvik eden ve günah işlemekten men eden kuvvetler de ) ümit ve korkudur.
Ümit ( recâ ): Cenâb-ı Allah’ın, ibadet edenlere, rızasına erenlere vereceği vaat ettiği güzel kerâmetlerdir. Bu, insanı ibadete teşvik eder.
Korku ( Havf ): Cenâb-ı Allah’ın, günah işleyen , kişilere vereceği azabtan korkmaktır. Bu da insanı günah işlemekten alıkoyar.
İşte bu, ” Teşvik edici geçitler “ onu karşıladığı zaman, onu zikredilen bu iki şey ( Korku ve Ümit ) ile geçmeye muhtaçtır.
Cenâb-ı Allah’ın yardımıyla burayı geçtikten sonra, kendisini meşgul edecek, durduracak, hiç bir engel göremez. Bilakis onu ibadete ve kulluk vazifelerini yapmaya çağırır. O da aşk ve şevkle ibadet eder.
İbadetleri helâk eden:
Bir de bakar, canla başla yapmış olduğu ibadetlerin iki büyük düşmanı belirmiştir. Onlar;
Riya ve gösteriş – Ucub ( Kendini beğenme )
İnsan bazen ( Riyakârlık yapar. ) yapmış olduğu ibadeti insanlara gösteriş için yaptığını; Bazen de ( Ucuba kapılır. ) ibadetini büyük görür ve ibadetiyle gururlanır.
Burada helâk edici geçitler vardır. Bu geçitleri, ihlâs ile ve Cenâb-ı Allah’ın nimetlerini hatırlamakla kesmeye muhtaçtır. Bu mertebeyi Cebbâr olan Allah’ın güzel koruması ve kuvvetlendirmesiyle başaran kişi, gerektiği gibi, hakkıyla Allah’a ibadet etmesi hâsıl olur.
Hamd ve şükür geçidi:
Bütün bu geçitleri aşan kişi, ibadete devam eder. Lâkin kendisine yani iç alemine baktığı zaman ” Nimetullah ” denizinde, Cenâb-ı Allah’ın koruması, başarı vermesi ve imdadı ile Allah’ın nimetleri denizinde boğulmakta olduğunu görür. İçine korku girer. Şükrün bozulmasından ve nankörlüğe düşmekten korkar. Bu ise ihlâs ile elde edilen yüce mertebeleri düşürür.
Burada ” Hamd ve şükür geçidi “ onu karşılar. Hamd ve Şükür geçidini, çok çok hamd ve şükür etmekle geçmeye koyulur. Burayı aşınca artık maksuduna ve gayesine kavuşmuştur. Ömrünün geri kalanını bu halde nimetler içerisinde güzel bir şekilde geçirir. Şahsı dünyada kalbi ukbâda olur. Gün be gün postacıyı bekler. her gün biraz daha dünyadan nefret eder. Mele-i a’lâ’ya karşı şevki artar. Kendisini alemler Rabbinin Peyganberi Muhammed Mustafa ﷺ yanında bulur. Kendisini, gadabsız olarak, Rabbinin rızasıyla müjdeler. Nefsin temizliğine kavuşur. İnsan ve cinlerin hepsi bu fani dünya da Cenâb-ı Allah’ın feyzi ve rahmetine gark olur.
Cennet bahçelerine yerleşir. Fakir nefsini, sonsuz nimetler, büyük bir mülk ve saltanatın içinde bulur