Peygamberler, Allah’ın emri ve yasaklarını; Biz insanlara ulaştırmakla vazifelendirdiği kimseler olmaları hasebiyle birer beşer olsalar da bu beşeriyet her hususta sıradan insanlara eşit oldukları manasına gelmemektedir. Beşer olma yönleri, yaratılışlarının ve bazı vasıflarının diğer insanlarla ortaklık arz etmesi cihetiyledir. “Beşer olmama” yönleri ise kendilerinde diğer beşerde bulunan özelliklerden farklı olarak bir takım hususi özellikleri bulunması yönüyledir.
Nitekim Allah-u Teâlâ; “De ki: Ancak Ben sizin gibi beşerim. Bana vahyolunuyor.” Şeklindeki ayeti kerime de bu iki vecheyi beyan etmektedir.
Adetullah’ın bir tecellisi olarak rabbimizin Emir ve yasaklarını kullarına duyurmak üzere insanlar içerisinden dilediklerini peygamber olarak seçtiği ve vahyinde onları aracı kıldığı bir hakikattir. Peygamber olarak seçilen kişilerin insanlar içerisinden olmakla beraber tamamen diğer insanlar gibi olmayacakları da hem aklen hem de naklen sabit olan bir zorunluluktur. Zira hepimizce kabul edileceği üzere, insanlar nezdinde kendisini küçük düşürecek hatalar sergileyebilen, küçük de olsa günahlara düşebilen, hatta kimi zaman büyük günah işleme durumu bile olabilen kişilerin Allah’ın hükümlerini iletmede ikna edici olmaları mümkün değildir. Bu anlamda “Peygamberlerin küçük ve büyük günahlarından korunmuş olmaları” itikadi Ehl-i Sünnet açısından son derece mühimdir.
Nitekim, bu düstura gelecek en ufak bir halel, Peygamberlerin iletmekle sorumlu oldukları ilahi hakikatlere de gölge düşürmek gibi bir tehlikeli noktayı barındırmaktadır.
Bu sebeple İbn Humeyr, peygamberlerin büyük günahlardan korunmuş olduklarına dair icma oluşturduğunu ifade etmektedir.
Tâcu’s-Sübkî de Buna ek olarak tercih edilmesi ve benimsenmesi gereken itikadın peygamberlerin gerek büyük gerek küçük, gerek kasten ve gerekse de hataen işlenilecek bütün günahlardan korunmuşluklarını savunmak olduğunu söylemektedir.
Diğer kelâmı eserlere de bakıldığında genel olarak Ehl-i Sünnet ulemanın, peygamberlerin gerek yanılarak ve gerekse de kasten yapmak suretiyle küçük ve büyük günahlardan korunmuş olduklarını, bunu yanı sıra “Zelle” dediğimiz bazı hatalara düşebileceklerini söylediğini görmekteyiz. Her ne kadar bugün bazıları, ulemamızın savunduğu bu görüşün; Kur’an ve sünnetten delillendirilemeyeceğini savunuyor olsa da nasların genel muhtevasına baktığımızda neticenin tam da Ehl-i Sünnet âlimlerin savunduğu şekilde olduğunu görüyoruz.
Peygamberlerde bulunması şart olarak görülen “İsmet” (Küçük ve büyük günahlardan korunmuş olma.) Sıfatına dair zikredenleri sırasıyla serdedelim.
1) Öncelikle Peygamberlerden günah sadır olabileceğini düşündüğümüzde, bu durumda onlara verilecek olan cezanın, ümmetin diğer günahkar fertlerine uygulanacak cezadan şiddetli olması gerekecektir. Zira Allah-u Teala’nın kulu üzerindeki en büyük nimeti Risalet/Elçiliktir. Böyle bir nimetin mukabilindeki ceza da ona göre olacaktır. Aklın hükmü bu şekildedir.
Allah-u Teâlâ’nın;
“Ey peygamberin hanımları! Kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.” (Ahzab, 32) veya “Ey peygamberin hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir.” (Ahzab, 30) Ayet-i Kerimeleri bu söylediğimiz hususu teyit etmektedir.
2) Bilindiği gibi kur’an-ı Kerim;
“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurat, 6) Buyurarak fasık bir kimsenin haberinin hemen kabul edilmesinin doğru olmayacağını, bilakis araştırılmaya muhtaç olduğunu bildirmektedir.
Bir Peygamberin küçük ve büyük günahlardan korunmamış olması ihtimalinde, onların dünya işlerinde dahi haberlerinin kabul edilmemesi gerekecektir. Bu durumda da ahirete dair verdikleri haberler haydi haydi kabul edilmeyecektir. Oysa Allah-u Teâlâ,
“Peygamber size şahit olsun diye…” (Bakara, 143) şeklindeki ayet ile Peygamber Efendimizin ﷺ bütün bir ümmete şahitlik edeceğini haber vermiştir. Bütün peygamberlere şahit olacak bir Resulün şehadetinin kabul olmaması elbette düşünülemez.
3) Günah işlemelerinin muhtemel olması durumunda onların da bu tarz fiiller işlemekten alıkoyulmaları gerekecektir ki; Bu da caiz değildir. Zira Allah-u Teâlâ;
“Şüphesiz Allah ve Resulünü incitenlere Allah dünya ve ahirette lanet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.” (Ahzap, 57)
4) Peygamberden farz-ı muhal günah sadır olabileceğini düşünecek olursak iki durum ortaya çıkar: Bizler ya bu günah mukabilinde Peygambere uymakla memuruz ki -Böyle bir şeyin caiz olmadığı açıktır- yahut da ona uymakla memur değiliz ki bu durumda da,
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”
(Al-i İmran, 31) şeklindeki ayete ters davranmış olmamız gerekir.
Her iki ihtimal de bize Peygamberin günaha düşmekten korunmuş olduğunu göstermektedir.
5) Allah-u Teâlâ “Kim de Allah ve Resulüne isyan eder, O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehenneme sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa, 14)
Buyurduğu için günahkarların bu azaba müstehak olacakları açıktır. Peygamberlerin günah işlemelerine ihtimal tanımamız durumunda onların da bu ayette bildirilen tehdidin zımnına dahil olmaları söz konusu olacaktır ki bu, ümmetin icmasıyla mümkün değildir.
6) Peygamberler, itaati emredip, isyandan sakındırmışlardır. Böyle iken onlar itaati terk edip günah isterlerse Mevla’nın;
“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”
(Saff, 3) Ayet-i Kerimenin muhatabı olmuş olurlar.
7) Allah-u Teâlâ; İbrahim, İshak ve Yakup (Aleyhisselam) hakkında;
“Muhakkak ki onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlardı.” (Enbiya, 90) buyurmuştur.
Ayette geçen “el-hayrât” kelimesinin başında bulunan lam-ı tarif kelimenin çoğul olması sebebiyle umum ifadede eder.
Dolayısıyla mana “Onlar bütün hayırları işlemekte yarışırlardı.” Şeklinde olur. Bu durumda “Bütün hayırlar” ifadesinin kapsamına, yapılması gereken her şey girdiği gibi yapılmaması gereken her şeyde girmiş olur.
8) “Şüphesiz onlar bizim katımızda hayırlı, Seçkin kimselerdendir.” (Sad, 47) Bu Ayet-i Kerime de bulunan “el-mustafeyn” İle “el-ahyar” kelimeleri yapılacak olan bütün işleri ve terk edilecek olan bütün fiilleri içine almaktadır. Bu durumda onlardan bir günahın satır olmasını reddetmektedir.
9) İblis, “Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlaslı kulların hariç elbette onların her birerlerini azdıracağım, dedi.” (Sad, 82-83)
Görüldüğü üzere şeytan bu ayette “muhles” Olan kulları saptıramayacağını söyleyerek onları istisna etmektedir. Allah-u Teâlâ;
İbrahim, İshak ve Yakup (Aleyhisselam) hakkında muhles olduklarını ifade buyurmaktadır. Netice olarak da bu peygamberlerin her türlü günahtan korunmuş oldukları ortaya çıkmaktadır.
10) “Şeytan onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular.” (Sebe, 20) bu ayette geçen, “Şeytana uymayanlar” ya Nebiler ya da onların dışındaki müminlerdir. Gayrısı olduğunu düşünmemiz durumunda diğer müminlerin peygamberlerden üstün olmaları gerekecektir ki, peygamber olmayanın peygamberden üstünlüğü batıldır. Dolayısıyla bu ayette geçen “Şeytana uymayanlar” ifadesinden peygamberler olduğu ve onların da her türlü günahtan deli oldukları ortaya çıkmaktadır.
11) Allah-u Teâlâ mükellefleri iki kısma ayırmıştır. Birinci kısım hizbu’s seytan/seytanın askerleri olup ikinci kısım da hizbullah /Allah’ın askerleridir. Kuşkusuz şeytanın askeri, ona tabi olup dediğini yapan kimsedir. Peygamberlerden günah sadır olması durumunda onların da -hâşâ- şeytanın askerleri kavramına tabi olması gerekecektir. Bu durumda da peygamberler hakkında “Ágâh olunuz, muhakkak ki şeytanın askerleri, hüsrana uğrayanların ta kendileridir”
(Mücadele, 19) Ayet-i kerimesi geçerli olacaktır. Peygamberlerin böyle bir akıbetten uzak olduğu son derece açıktır.
12) Allah-u Teâlâ İbrahim (Aleyhisselam) hakkında, “Muhakkak ki ben, seni insanlar için imam kılıcıyım.” (Bakara , 124) buyurmuştur. Imam, insanların kendisine uyduğu kimsedir. İbrahim’in (Aleyhisselam) günah işlemesi durumunda, insanların da ona uyması gerekecektir ki bu da bâtildır.
13) Ulema, peygamberlerin meleklerden üstün olduğunu söylemiştir. Peygamberlerden günah sâdır olabilme ihtimalini kabul ettiğimizde meleklerden üstün olmaları söz konusu olmaz. Çünkü Allah Teâlâ “Yoksa biz iman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi tutar mıyız? (Sad, 28) Buyurmaktadır.iSMET SIFATI
14) Kur’an-ı Kerim günah işleyen kişileri birçok ayette “zalimler” olarak nitelendirmektedir. Allah-u Teâlâ, İbrahim’e (Aleyhisselam)
“Benim ahdim zalimleri kapsamaz” (Bakara, 124) Buyurmuştur. Bu Ayet-i Kerime de geçen ahdin, nübüvvet ve imamet şeklinde iki türlü tefsiri mümkündür. Nübüvvetle tefsir edilmesi durumunda ayet, peygamberlerin günahkar olmayacaklarına delalet etmiş olmaktadır. İmametle tefsir edilmesi durumunda da ayet peygamberlerin evleviyetle günah işlemeyeceklerini ispat edecektir. Zira Allah-u Teâlâ’nın ahdi olan imameti günahkara vermeyeceğini beyan etmesi, peygamberlerin günahlardan masum olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
15) Huzeyme b. Sabit -Allah ondan razı olsun- Bizzat görüp şahit olmamasına rağmen, bir meselede Peygamber Efendimizin ﷺ şahidi olmuş ve “Ben seni semadan verdiğin haberler hususunda tasdik ediyorum da burada tasdik etmeyeyim mi?” Demiştir. Bu olanı da Peygamber Efendimiz ﷺ tasdik etmiştir. iŞayet peygamberlerden günah sadır olma ihtimali olsaydı Huzeyme’nin -Allah ondan razı olsun- şehadeti caiz olmazdı.