Hadislerin doğru anlaşılması için nâsih ve mensûh nedir? bu konuyu iyi bilmek gerekir.
Şeri bir hükmün daha sonra gelen şeri bir delille kaldırılması. Sözlükte ” Ortadan kaldırmak; Nakletmek, beyan etmek “ manalarına gelen Nesh kelimesi terim olarak Şeri bir hükmün daha sonra gelen şeri bir delille kaldırılmasını ifade eder. Neshin söz konusu olduğu durumlarda önceki hüküm Mensûh, onu yürürlükten kaldıran yeni hüküm veya delili Nâsih diye anılır. Özellikle fıkıh usûlü literatüründe gerçek anlamda neshedenin Allah ﷻ olduğuna dair dikkat çekilerek, delil veya hüküm için nesih kelimesinin kullanımının mecazi olduğu belirtilir.
İslâm’da bir hükmün neshedilmesi ve ardından başka bir hükmün yürürlüğe girmesi hakkında birçok ayet ve hadis vardır. Bu hususta genel olarak Allah ﷻ şöyle buyuruyor:
” Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. “ ( Bakara, 106 )
Ayetlerin ayetlerle neshedildiği gibi hadislerin de ayetlerle ve hadislerle neshedildiği birçok mesele vardır. Ancak bu konu çok teferruatlı olduğu için burada sadece konumuzla ilgili kısa bilgiler vereceğiz ve hadislerde de neshin söz konusu olduğunu izah edeceğiz.
Nesh’in Çeşitleri
Usûl âlimleri neshi, değişik bakış açılarından bazı kısımlara ayırmışlardır:
Kur’an’ın Kur’an ile Nesh’i
Bakara suresi 180. Ayette ölenin geride bıraktığı malı vasiyetle taksim etmesi emredilirken;
“Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.”
Nisa suresi 11. Ayette miras taksimi yapılmıştır:
“Allah, size, çocuklarınız(in alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Ramazan gecelerinde cinsel ilişki yasağının Bakara suresi 187. Ayetle neshedilmesi de örnek verilebilir.
2) Kur’ân’ın Sünnetle Nesh’i
İmam Mâlik ve İmam Ebû Hanîfe’nin öğrencileri bu nevi neshin caiz olduğu görüşündedirler.
” Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. “ ( Nur, 2 ) Ayetle sabit iken Rasûlullah’ın ﷺ kadın ve erkeğin ölünceye kadar taşlanmalarını emrederek ayetin hükmünü neshetmiştir. Burada hükmü nesheden Râsulullah’ın ﷺ fiili hadisidir.
İmam Şâfiî ile Imam Ahmed Ibn Hanbel ise bu çeşit neshin caiz olmadığı görüşündedirler.
İmam Şâfiî der ki: Allah ﷻ insanları yarattıktan sonra, onlara her şeyi açıklamak, hidayet ve rahmet olmak üzere Kitabı inzal etmiştir. Bu Kitap’ta bazı şeyleri farz kılıp onları ibka etmiş, bazılarını da insanlara rahmet olsun, yüklerini hafifletsin diye neshetmiştir.” “Kitap’tan neshettiği şeyleri, yalnız Kitap’la neshettiğini, Sünnet’in Kitap için bir nâsih olamayacağını, onun ancak Kitaba tâbi bulunduğunu açıklamıştır. Bu hususta Allah ﷻ Kur’anı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “ Onlara, apaçık ayetlerimiz okunduğu vakit, bize mülaki olmayı ummayanlar derler ki: Bize bundan başka bir Kur’ân getir yahutta bunu değiştir. Onlara de ki; Bunu kendiliğimden değiştirmek elimden gelmez, Ben ancak bana vahyolunana tâbi olurum … “ ( Yunus, 15 )
Bu hususta her iki görüş sahiplerinin de delilleri vardır. Ancak cumhurun görüşüne göre sünnet Kur’an’ı neshedebilir.
3) Sünnetin Kur’ân’la nesh’i
Rasûlullah’ın ﷺ önceleri Mekke-i Mükerreme’de Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılıyordu. Ve bu herhangi bir ayete dayanmıyordu. Daha sonra Bakara suresi 144. ayeti ile Kâbe’ye doğru namaz kılınması emredildi.
4) Sünnetin Sünnetle nesh’i
Kur’an’da olduğu gibi sünnette de onun, yine sünnet tarafından neshedildiğine dair delil vardır. Allah’ın, Rasûlünün emirlerine uymayı farz kılması, sünnetin Allah’tan geldiğine delalet eder. Bu itibarla kim sünnete tâbi olursa, ona Kitabullah’ın emriyle tâbi olur. Allah’ın Kitap ve sünnetten başka bir şeyi insanlara ilzam ettiğine dair açık bir nas yoktur. Sünnet, bu vasfettiğimiz şekilde olunca ki Allah’ın yarattığı bir kimsenin sözünden başka bir şey olmadığına şüphe yoktur. Onu, kendi emsalinden başkası neshedemez. Sünnetin emsali ise Rasûlullah’ın ﷺ sünnetinden başkası değildir. Zira Allah ﷻ, hiç kimseyi Rasûlü derecesine yükseltmemiş, fakat herkese, O’na ve emirlerine uymayı farz kılmıştır. Bütün insanlar O’na tâbidir. Tâbi olanın, tâbi olduğu kimsenin emirlerine muhalefet etmesi caiz değildir. Dolayısıyla tâbî olan, tâbî olduğu kimsenin emirlerini nehedemez.
Rasûlullah ﷺ önce kabir ziyaretini yasaklamışken daha sonra ” Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, şimdi artık onları ziyaret ediniz. ” buyurarak kabir ziyaretine izin vermiştir.
Nâsih’teki Gaye, Hikmet ve Faydalar:
- Nâsih yoluyla kaldırılandan daha iyisinin; hayırlısının veya denginin getirilmiş olması,
- Mükelleflerin aczini tespit ederek insanları, detaylı hükümlere tedricî bir şekilde alıştırmak, onların düşkün oldukları kötü huyları merhale merhale tedavi etmektir.
- Emrin mükellefe ağır gelişi neticesi hafifletme.
- Beliren bir ihtiyacın zamanla izalesi.
- Evvelki bir emri daha uygunu ile değiştirme.
Alimlerin, Nâsih’te Tespitine Çalıştıkları Hikmetlerden Bazıları:
Gerek ayet ve gerekse hadislerin taraf oldukları nâsih vakaları üzerinde çalışanların, ittifaka yakın bir birlik içinde belirttikleri sebep ve hikmetlerin ilki: ” kulların maslahatına uygun olanı emretme ” keyfiyetidir. Bu fikir çeşitli şekillerde işlenmektedir. Umumi kanaate göre; insanların yararına olan şeyler (mesâlihu’l-ibâd) zaman ve mekâna göre değişmektedir.
Her durum yeni bir hükmü ve insanın o hükme intibakını intâc eder. Kula göre yenilik olan bu haller, kanun yapıcıya (Şâri’ye) göre evvelden teferruatıyla bilinmektedir.
Kulun maslahatına uygun olanın yapılması konusu, ehl-i sünnet ile çeşitli fırkalar arasında farklı görüşlerin belirmesine yol açmıştır. Allah’ı fâil-i muhtar olarak gören ve dilediği tarzda ahkâm getirebileceğini belirten, aynı zamanda mû’tezili görüşleri reddeden Ehl-i sünnet, nesih için hikmet ve sebep ararken: “ Allah’ın, kullar için onların terbiye ve taliminde, nasıl bir tâbip hastasını kademeli olarak tedavi eder, bir öğretmen de öğrencisine tedricen bilgi verirse; bunlar gibi en güzel yolu seçtiğini “ gerektikçe söyler. Bu arada, Nâsih’te hikmet aramayan ehl-i sünnet âlimlerine de rastlanır.
ibn Hazm, ayetle ayetin ve hadisle hadisin birbirlerini neshi konusunda ilim adamlarında mevcut ittifaktan söz eder. Bu imam, hadisler arası Nâsih’te âhâd mütevâtir ayırımı yapmamaktadır.
Allah’ın ﷻ gerek Kur’an’dan indirdiği ve gerekse Rasûlünün dili ile buyurduğu her emir, uyulması farz olan emirlerdir. Bu emirlerden birine “Bu mensûhtur.” diyen: bu emre itaat etmemeyi öngörmüş olmaktadır. Bu emre ittibâ etmenin lüzumunu iskât etmiştir. Bu ise, katkısız, Allah’a ﷻ karşı bir maʼsiyettir; apaçık aykırı vaziyet alıştır. Ama fikrinin doğruluğuna kâfi delil getirmesi ayrı bir durumdur. Bunu yapamamış ise, o zat müfteridir. Dini iptal cürmünü işlemiştir. Bizim dediğimiz bu ölçünün, aksini savunmaya müsaade edenin, uygun görenin sözleri ise: “ Dinin tamamını iptaldir. ” tarzında te’vil ve tespit edilir. Çünkü gerekli deliller dışında, belirli bir ayet veya hadise nesh iddia etmekle, bir başka ayet ve hadis hakkında aynı iddiada bulunma arasında fark yoktur. Bu usûl tatbik ve takip edilince de ayet ve hadislerden sahih olan ortada kalmaz. Hepsi bir bahane ile iptal edilince, bu feci durum İslâm’dan çıkma demek olur. Yakîn ile tespit edilen ayet ve hadis, zan ve tahminden öte geçmeyen Nâsih iddiası ile iptal edilemez. Allah ve Rasûlünün bize emrettikleri emirlerden hiçbirini de delilsiz Nâsih iddiası ile iskât edemeyiz.
Aynı konuda el-Muvâfakât müellifi eş-Şâtibî şöyle diyor: “ Dinî hükümler, mükellef üzerine gerektiği şekilde sabit olunca, o konuda nesih iddiası ancak tahkike dayanan bir delil ile yapılır. Çünkü hükmün sübûtu önceden vuku bulmuştur. Böyle sabit olan bir şeyin kaldırılışı ise, yine aynı ölçülerle bilinen, sabit ve vâkî olan şeyle olur; başkasıyla değil. Bu itibarla; meselâ, Mekke’de buyurulmuş bir hükmün mensûh olduğu, yürürlükten kaldırıldığı ancak adı geçen konuda, ortaya atılan bir kat’i delille, burhanla olur. Bu iki delilin keza; muhkemliği iddia olunmamak, aralarında kat’î bir tearuz olmalıdır. Mekkî veya Medenî diğer bütün ahkâmda da durum bundan ibarettir. ”
Nâsih-mensûh tespitinde yakîn; vakayı başka bir nakîza ihtimal bırakmayacak tarzda ve kesinlikte tespit esastır.
Delilsiz, ihtimâl ve zan üzerine müesses bir nesih iddiası; o hükmü, dolayısıyla bütün şer’i hükümleri ortadan kaldırmanın bir başka türlüsüdür. Kulların ise böyle bir salahiyetleri yoktur. Bu salâhiyet sadece vahye, vahyin kılavuzluğuna tâbi olan Rasûl-i Ekrem’e verilmiş bir özellik, bir tasarruftur. O da bunu, Allah adına ve onun gösterdiği istikamette icra etmiştir. Neshin vuku ise vahyin devam ettiği müddet ile sınırlandırılmış bulunmaktadır.
Nâsih konusunda; bilmeden mensûh ile amel, araştırma neticesi güzel bir niyete rağmen doğruyu elde edememe, delilsiz, sırf kendi fikri ve sisteminin haklı çıkması şüphesiz ayrı ayrı şeylerdir. Çeşitli sebepler altında, nâsih vakasının haberi kendisine erişememiş mükellefin durumu, İslâm âlimleri nazarında özür ölçüleri içinde görülmüş ve öylece değerlendirilmiştir.
Kat’i bilgi ve delillere dayanmaksızın, Kur’an veya sünnetten bir nas ve onun açıkladığı hüküm için “ Bu mensûhtur. ” demenin dinen büyük bir sorumluluğu vardır. Nâsih-mensûh’ta; iddia, tahmin ve ihtimalle konuşma yerine ilmî ölçüler içinde tespit yapılması için başlıca dört yol gösterilmektedir:
- Resûlullah’ın ﷺ tarihi.
- Sahabenin vereceği bilgiler ve nakledeceği şehadetlerle vakaların tespiti.
- Tarihi araştırma, ümmetin âlimlerinin belirli bir konudaki neshin mevcudiyeti üzerinde yaptıkları araştırma,
- Fikir ve kanaat birliği, icma.
Sahih senedle rivayet edilmiştir ki, Ali – Allah ondan razı olsun – mescitte insanlara İslâm’ı anlatan bir adam gördü.
ona: “ Sen nâsih ve mensûhu biliyor musun? ” diye sordu. Adam: ” Hayır, bilmiyorum. ” dedi. Ali ona: “ Sen helak oldun ve insanları helake sürüklüyorsun. ” dedi. Ondan sonra adamı mescitten çıkarttı ve ona bir daha insanlara İslâm’ı anlatmayı yasakladı. Bu rivayetin benzeri Abdullah İbn Abbâs hakkında rivayet edildi. İbn Abbâs hakkındaki rivayette ise, Adam nâsih ve mensûhu bilmediğini söyleyince İbn Abbâs onu tekmeledi ve ona: ” Helake uğradın ve insanları helake sürüklüyorsun. ” dedi.
“ Kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiştir. “ ( Bakara, 269 ) Ayeti hakkında İbn Abbâs – Allah ondan razı olsun – şöyle dedi: “ Ayetteki hikmetten kasıt, Kur’an’ı, nâsih ve mensûhu, muhkemi müteşabihi, mücmeli mufassalı, daha önce nâzil olanı daha sonra nâzil olanı, haramı helali ve Kur’an’da verilen misalleri bilmektir. “
Huzeyfe İbn Yemâne şöyle dedi: İnsanlara fetva veren kişiler üç türlüdür:
- Kur’an’ın nâsihi’ni ve mensûh’unu bilen kişi.
- Kadı olarak tayin edilmiş ve başka çaresi olmayan kişi.
- Fetva makamına layık olmayan fakat fetva veren kişi.
Ben birinci ve ikinci kişilerden değilim. Üçüncü kişi olmaktan da Allah’a sığınırım.
Nâsih, sadece vahiy devam ederken Resûlullah’ın ﷺ sağlığında olmuş ve sona ermiştir. İnanç esaslarında ve dinin esaslarında
Nâsih olmaz. Sadece emir ve yasaklarda Nâsih olabilir. Ayetlerde Nâsih olduğu gibi hadislerde de Nâsih ve Mensûh söz konusudur. Hadiste Nâsih ve Mensûh’un bilinmemesi, zıt hadislerin anlaşılmasında yanlış sonuçlara ulaştırır.
Hadislerin neshedilmesi hususundaki bütün gerçekleri bilmeden, birbirinden farklı iki zıt durum ortaya koymak, hadisleri birbirleriyle çelişiyor diyerek inkâr etmek ancak ilimden nasibini almamış insanların yapacağı bir iştir.